On dört yıl önce, yine sonbahar aylarından birinde; sıklıkla
yaşadığım sancılı süreçlerdin biriydi. Halimi anlamaya çalışan bir büyüğüm beni
birisiyle tanıştıracağını onun benim halimi anlayacağını ve yardımcı
olabileceğini söylediğinde doğrusu heyecanlanmıştım. Günlerden Çarşamba günü
idi vakit ikindi ye yakındı o büyüğümle Maltepe camiine doğru yöneldiğimizde
kalbimde tuhaf bir çarpındı oluşmuş, camii ye yaklaştıkça beni rahatsız edecek
kadar artmıştı. Ben kendimce bunu o tatlı yokuşa bağlasam da aslında anlamını
sonradan idrak edeceğim manevi bir çekim alanına girmiştim.
Cami avlusu sakın gözüküyordu. Namaz vaktine on on beş
dakika kadar vardı. Şadırvanın yakınlarında bir bankta oturan sırtı bize dönük
bir ihtiyar hemen gözüme çarptı. Ona doğru bakarken kalbimin daha da hızla
çarptığın fark ettim. O büyüğüme sordum.
- Bu ihtiyar mı?
Gülümseyerek cevap verdi.
- Evet, o… O da senin gibi bir divane işte. Bir Rufai şeyhi ama Mısır’da yaşıyor.
Bizi büyük bir
tevazuu ve hürmetle karşıladı. Seksen yaşına yakın olmasına rağmen omuriliği
dik, uzun boylu çok zayıf, kup kuru dal gibi bir insan… Bembeyaz saçları ve
sakalları çok uzundu. Saçlarının uzun oluşu biraz tuhafıma gitmişti ama yüzü ve
elleri kehribar gibi parlıyordu. Gözleri yaşlılığından olsa gerek buğuluydu L
şeklindeki diğer bankı biraz daha yakınlaştırarak yakınına oturduğumda, ilk
dikkatimi çeken uzun ve narin parmakları ile elleri olmuştu. Nedense ellerinden
gözümü alamıyordum. Sol elinin yüzük parmağında çok güzel gözüken kırmızı taşlı
gümüş bir yüzük vardı. Tüm dikkati ile beni inceliyor, nerelisin? Nesin? Gibi
sorular soruyordu.
Namazdan sonra yeniden aynı banklara oturduk. Beni yeniden
iyice inceledikten sonra; yolculuğun
hayırlı olsun inşallah, seninle daha sonra görüşelim diyerek, zamanının
olmadığını damadının kendisini almaya geldiğini söyleyerek nazikçe izin istedi.
Birlikte kalktık, koluna dayanarak aşağı caddeye kadar birlikte yürüdük. Tam
arabaya binerken,
- Hakkını helal et evladım, size yük oldum. Dedi.
Helalleştik ve ayrıldık.
Bu pirifâni ihtiyarla, değişik zaman ve yerlerde toplam
olarak sadece on on iki saatlik bir beraberliğimiz oldu. Bu beraberlikte çok
derin sohbetlerimiz, hasbihalimiz oldu . O muhterem büyüğümün dediği gibi tam
da aradığım insandı. Son zamanlarda aramızda öyle bir bağlantı kuruldu ki, bir
arada bulunmasak, uzak yerlerde de olsak da artık bir birimizin kalbinden
geçenleri hissedebiliyorduk. Bazen ben aklıma takılan bir soruyu sorsam mı
acaba diye düşünürken üstat hafifçe tebessüm ederek. “Ola ki aklına takılabilir…”
diye başlayan cümle ile sorumun tam
cevabını verirdi. Ben önceleri bunun bir tesadüf olabileceğini düşünürken bu
kadar çok tesadüfün olamayacağını anladığımda bu bağlantının rahmani bir kanal
vasıtası ile olabileceğine hükmedip aklımı çok fazla zorlamamaya karar verdim.
Son zamanlarda idi yine bir iki saatliğine bir arada bulunuyorduk, sorgulayan,
susmayan ve doğru cevapları bulamayınca da kendince anormal şeyler kuran zihnim
beni bu olağanüstü, sıra dışı irtibatın ne ve nasıl olduğunu sorma noktasına
getirdi. “ O aklındaki suali İbnül Arabi’ye sor.” Diyerek o güne kadar hakkında
çok az şey bildiğim Şeyhül Ekber’in Fütühat-ı Mekkiye isimli mucize kabilinden
eserine yönlendirerek beni adeta ona emanet etti. O gündür bu gündür yolculuğumuz
devam etmektedir. O yol ve yolculuk bizi kuantum-tasavvuf potasında yürek ateşi
ile eritilerek insanlığa sunulan SIFIR NOKTASI ENERJİSİ mücevherine ulaştırdı.
Şimdi artık bilimsel olarak biliyoruz ki MORFİK ALANDA uygun rezonansta
titreşen enerjiler, “BENZER BENZERİ ÇEKER kadim yasası gereği aynı titreşimle
rezone olabilmekte. Yani kuantum bilimi artık düşüncenin gücünün, morfik alandaki rezonansının, rahmani bir tecelli
olduğunu ispat etmiştir.
Onunla son olarak bir araya geldiğimizde, ikimizde bu sonun
hüznüne kapılmıştık. Dünya dilimiz başka şeyler zikrederken, kalp dilimizle bu ayrılık zamanının verdiği hüzün ikliminde HAKK ve hakikat üzere halleşiyorduk. Ben ona hal
dili ile dedim ki…
- Efendim, sizin yokluğunuzda ben neylerim? sizsiz benim halim nice olur? beni kime emanet
edeceksiniz?
Birden sustu. Dünya dili ile konuştuğumuz konu öylece kaldı.
Bir süre yere belli bir noktaya bakıp durdu. Bu hallerin ardından neler
olduğunu bildiğimden sabırsızlıkla o saniyelerin geçmesini bekledim. Sonra
başını kaldırıp tam kalbimin üstene bakarak.
- Biliyor musun oğul sana acıyorum. Diye başladı.
Öyle bir yola girdin ki sana çık buradan dünya hayatını normal olarak yaşa,
yoluna devam et desem beşeriyete haksızlık etmiş olurum. Zira sana emanet
edilen ilim çok değerli. Amma bu ilmin yoluna
devam et desem de çekeceklerini bildiğim için ne kadarına, nasıl tahammül
edersin bilemiyorum. O yüzden onları görmek şahit bile olmak istemem. Dedi yine
sustu. - Efendim neden böyle diyorsunuz, ben Allah’ın
izniyle hazırım. Yeter ki siz bana izin verin ve her daim desteğinizi
esirgemeyin.
- O halde şimdi yeniden düşünmen için sana kendi
yaşadıklarımdan aldığım derslerden ve çıkardığım sonuçlardan bahsedeyim,
Beni gördün tanıdın ve anladın. Ama beni senden başka bilen
yok desem ne dersin? Bir zamanlar binlerce insana hitap eden dillerin lal olsun.
Razı mısın? Tüm sevdiklerin senden
uzaklaşsa, ailen bile seni anlamasa, hatta daha da vahimi yanlış anlasa razı
mısın? Canım diye bağrına bastıkların, yüreğini parçalasa razı olur musun? Büyük
emeklerle, icabında hayatını tehlikeye atarak tüm kazandığın dünya malını heba
edebilecek misin? Yine çok sevdiğin, güvendiğin, canından aziz bildiğin
insanların garız iftiralarına, ithamlarına, kaba davranışlarına, hakaret hatta
küfürlerine dayanabilecek misin? …
Daha fazlasını dinleyemeyeceğimi anladığında… Dahası da var
amma sana kıyamıyorum. Şimdi yeniden düşün. Ve bil ki. Halka menfur olmadan,
hakka makbul olunmaz. Bize kalan miras budur. Rabbimizin rızası istikametine bizim
için en çetin yollardan gidilir.
-Terki dünya, terki ukba, ve terki terk…. Varmısın?
Rabbimizin terbiye edici kudretine sığınarak “ders almaya”
talip oluşumuzdan bu ana kadar efendimin saydığı birçok şeye duçar olmakla
birlikte sabır otunun dayanılmaz acısı ile ferahlamayı öğrendim. Allah beterinden
ve en beterinden esirgesin inşallah. Biliyorum ki aramızdan ayrılalı benim/bizim
üzerimizden himmetini ilahi nazarını çekmedi. Zira morfik alanda bizi
destekliyor. Dün gece olduğu gibi en dar anlarımda benim canıma yetişiyor.
Şükürler olsun.