ZamAN’ ı saymaz isek, zavallı idrakimizle kavrayabildiğimiz ( UZUNLUK, GERİŞLİK, DERİNLİK) olarak algılayabildiğiimiz üç boyutlu dünya planında herhangi bir AN da, bir yer veya mekânda karşılaşılan “enteresan” durumlar, olaylar, kişiler veya hadiseler çoğunlukla “tesadüf” veya rastgele bir hal olarak nitelendirilerek, üzerinde çok fazla durulmadan, onun asıl hakikatine vakıf olunmadan geçilip gidilir. Oysa kuantum/tasavvuf dünyasında tesadüf diye bir anlayış yoktur. OL -AN her şeyde rabbimizin HAKK esmasının zuhuru gereği bir HİKMETİ vardır. Bu hikmet çoğu zaman bir ikaz/uyarı ama genellikle de bir ders içindir. Ancak nefsimizin kölesi, zihnimizin tutsağı, egomuzun oyuncağı olduğumuzdan biz bu HİKMETLERİ çoğu zaman/genellikle göremeyiz, hatta yanlış ve olumsuz değerlendiririz.
Bir AN vecd ile bir yokuştan aşağıya doğru inerken, aynı yokuşu zorlukla çıkmaya çalışan, Dede Korkut hikâyelerinden çıkmış bir piri fani ihtiyarla (tesadüfen) karşılaşabilir, O AN da onunla göz göze, kalp kalbe ayaküstü hasbihal edebilirsiniz. O ihtiyar bilgece sizin gözünüzün içine bakarak derki… “ Hey gidi zamAN (gençlik demez) bir zamanlar bir çam ağacının tepesinden diğer çam ağacının tepesine geçerdim. (Anadolu’nun kadim ağaçlarından söğüt, kavak, meşe demez.) şimdi de buncacık yokuşu çıkamaz olduk.” Siz bu durumu, kişiyi, konuşmayı üç boyutlu dünya realiteleri ile değerlendirirseniz. Hiçbir anlam yüklemeyebilir, hatta bu ihtiyarın haline hiç yakıştıramadığınız kılık kıyafet saç ve sakalına bakarak yargılayıp bir hükme de varabilirsiniz. Oysa kuantum/tasavvuf duyuları ile duyduğunuz veya gördüğünüzde REALİTE DENEYİMİNİZ çok farklı olacaktır.
Hz. Ali efendimizin buyurduğu gibi ibrette bakıp, görebilmek niyet ve dileklerimle…